Başyazılar Aydın İnsan Yetiştirmek - Mart 2008

Öğrencilerimize hep önce “iyi ve dürüst bir insan” olmaları hususunda telkinde bulunuyoruz.  Nasıl olsa Üniversite’den mezun olacaklarını, ama Üniversite’den bilgili, dürüst ve olgun bir insan olarak mezun olmalarının ve bunu yaşam biçimi haline dönüştürmelerinin gerektiğini vurguluyoruz. Aydın insan olmanın temel vasfının, iyi ve dürüst bir kişiliğe sahip olunması olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.

Çok başarılı olduğumuzu söylemek mümkün değil.  Çok az öğrencimizin bu vasıfları taşıyarak mezun olduğunu söyleyebilirim. Aydın insanımızın, sosyal hayattaki fırsatçılığı ve kıvraklığı can sıkıyor. Medeniyetten uzak ve tabiatla mücadele ederek hayatını sürdüren insanımızın iyi niyeti, dostluğu ve saflığı da, bizleri mutlu ediyor. Doğan Cüceloğlu’nun 2002 yılında yayınlanan “okumak neyi değiştirir” başlıklı bir yazısı, bu durumu çok güzel ortaya koyuyor.  Yazıyı birlikte okuyalım.

Ben Amerika’da 25 yıl kalmış bir insan olarak şöyle bir gözlem yapıyorum. Amerika’da hiç eğitim görmemiş bir insanla aynı odada kalmaktan korkarım. Beş dolar için gırtlağını kesebilir. Eğitim  orada gerçekten bir fark yaratıyor. Eğitim düzeyi yükseldikçe, uygar, olgun, sorumluluk sahibi, verdiği sözü tutan, kişisel bütünlüğü olan bir insan olma yolunda ilerliyor. İstisnalar kesinlikle olabilir ama genellikle böyle. Türkiye’ye gelip baktığımda iki faktör görüyorum. Şehirleşme ve eğitim. Türkiye’de şehirleşmiş ve eğitim görmüş insandan  korkuyorum. Kesinlikle insafsız, kendinden ve kendi yakınlarının çıkarından başka bir şey düşünmüyor. Bu son derece kuvvetli bir duygu bende. İliğini sömürür bitirir, hiç acıma duygusu yoktur. Ama şehirleşmemiş, okumamış, saf köylü olarak kalmışsa onda değerler bilinci çok yüksektir. Sanki eğitilmiş Amerikalı.

Burada çok önemli bir gözlem var. Bunun üzerine düşünmek lazım. Benim analığım yörüktü. Annem öldükten sonra babam yeniden evlendi. Biz ona anne demedik, Ayşe teyze dedik. Ben daha on yaşındayım, sapanla vicik dediğimiz küçücük bir kuşu vurmaya alışıyorum. “Vurma  oğlum” dedi. Ben sen ne bilirsin Yörük karısı tavrı içinde, “Ne var parmak gibi küpküçücük kuş” dedim. Analığımın cevabı:”Yavrum! Canın küçük büyüğü olur mu? Allah her birine bir can vermiş. Vurma yavrum günah.” dedi. Şu derinliğe  bakın. Okuma yazması yok bu kadının.

Yıllar sonra bunun anlamını anladım. Anladığım zaman ağlamaya başladım. Konferanstayım, böyle gözyaşı dökerek ağlıyorum.  Yanımdaki Amerikalı kadın, ne oluyor bu adama diye meraklanmaya başladı. Ne oluyor  dedi. O kadar mutluydum ki, “çok mutluyum” dedim ağlayarak. Kendi kendime “Ya Rabbi! Çok şükür. Sağken bunun farkına vardım.” Biz bütün  insanlar kardeştir deyince sanki çok şey söylüyoruz. Kadın bunları aşmış. Canlardan oluşan bir aile, büyük küçük yok. Hepsi birbirine  eşit.  Onur eşitliği var. Canın büyük küçüğü olur mu? Allah hepsine can vermiş.

Şu bilinci görüyor musunuz? Nereden geliyor bu? Bu, tasavvuf kültüründen geliyor. Bu yayılmış. Eğer şehirleşme ve eğitim ele geçirmemişse, hala bu mayamızda var. Ben zamanım olsa, hiç şehir yüzü görmemiş hiç okumamış  köylülerin, özellikle yaşlı kadınların arasında zaman geçirip, onlardan bilgelikler öğrenmek isterim. Bu topraklarda neler birikmiş. Ne insanlık deneyimleri var. Bir de doğadan kopmamış. Sürekli doğayla haşır-neşir  içerisinde o bilgelikler bilenmiş. Kitap bilgisi değil. Farkına varmış ve  bir  yere oturtmuş.

Bu yazı, yetişmiş aydın insanımızın durumunu çok iyi açıklıyor.  Kötümser olmayı sevmem, ama şehirlerde yaşayan, hangi sektörden ve hangi kesimden insanımızı dikkate alırsanız alın, durum böyle. İstisnaların kaideyi bozmadığını belirtelim ve bu durumu nasıl değiştirebileceğimizi birlikte düşünelim ve tartışalım.  İşimiz kolay değil.

 

HASAN TAHSİN EDEBALİ

Eskişehir Web Tasarım