Başyazılar Vay Türkiye - Aralık 2009

Bir arkadaşımız anlatıyor.

“Bir meslek odasının toplantısına katıldım.  Toplantıya şubelerinden yaklaşık 250–300 kişi gelmiş.  Konuyla çok ilgilisi olmayan bir bakanda davet edilmiş, bu toplantıya.  Konusu itibariyle belki Cumhuriyet tarihinin en başarısız bakanlarından biri.  Oda başkanı ve şube yönetimi, bu başarısız bakanı öve öve bitiremediler.  Her cümlede onu onure etmekten başka hiçbir şey yapmadılar.  Konuşmalar o kadar haddini aşmıştı ki; o da kendi kendine havalara girdi ve deli dolu konuşmaya başladı.   Hatta devlet işlerini yaparken babasından ilham aldığını söyledi.  Ne konuyla ilgili kişilerden, ne de bakandan hiçbir mesaj gelmedi. Tam bir yalakalık hikâyesi”

Bir öğretmenimiz anlatıyor:

“Öğretmenler günü kutlamaları amacıyla düzenlenen bir paneli izleme fırsatı buldum.  Panelin bir yerinde Panel yöneticisi, “Fen Liseleri sömürünün bir aracıdır.  Bu liselere giren zeki öğrencilerimiz yüksek tahsilden sonra gelişmiş ülkelere gidiyor, belki de geriye dönmüyor.  Bu nedenle bu okullar kapatılmalıdır” dedi.  Şoke olmuştum.  Bir süre sonra kendime geldim. Eğitimde toplumsal katkının payını artırmak, kaliteyi yükseltmek ve bu öğrencilere bu ülkeye hizmetin bir önemli borç olduğunu öğretmek görevimiz olduğu halde, ülkemizde en iyi çalışan programını kapatmaktan bahsediyoruz.  Bu liselerimizi, başarılarından dolayı ödüllendireceğimize, “niye iyi çalışıyorsun ve niye diğerlerinden çok farklısın?” diye kapatmaktan bahsediyoruz. İşin ilginç tarafı, bunu söyleyen bir profesör.”

Bir hocamız anlatıyor:

“20.yüzyılın en büyük felaketlerinden biri olmuş 19 Ağustos 2009 tarihinde bu ülkede (1999 Marmara depremi).  Bu afetin onuncu yıl sen-i devriyesinde bir toplantı düzenlendi. İlgili merkezdeki büyükşehir belediyemizin alt belediyelerden birinin başkanı,  bizzat kendisiyle görüşülerek davet edilmesine ve takdim konusunun da kendi bölgesiyle ilgili olduğu belirtilmesine rağmen, toplantıya katılmadı.  Kendi bölgesi için 5 yılda büyük gayretlerle hazırlanmış bir projenin takdim toplantısına katılmama nedeni olarak şehre gelen bir milletvekiline eşlik etme zaruriyetini gösteriyor.  Özrü kabahatinden büyük.  Bir asistanım ifade etti: ‘Hocam, siz beş kuruş para almadınız.  Samimisizin.  Sizin doğru insan olduğunuzu biliyorlar. Eğer bu çalışma için büyük bir bedel isteseydiniz, zorluklar çıkartsaydınız, eminim ki değeriniz artardı ve o başkan da bu toplantıya büyük bir şamata ile katılırdı’  Ben ne diyeyim. Gülelim mi ağlanacak halimize.”

Örnekleri artırabilir.  Farklı sektörlerden benzer örnekleri aktarabiliriz.  Maalesef bizi idare edenlerde bir aydın sorumluluğu yok.  Genç bilim adamlarının da ayağı yere basmıyor ve kötü uygulamaları kendilerine örnek seçiyorlar.  Özür dileyerek ifade etmem gerekiyor ki; yalakalık almış başını gidiyor.  Dürüst ve samimi insan ise, bu olanlar karşısında susuyor. Vay bu ülkenin haline.

Rahmetli olmuş bir mizah yazarımızın dört kelimelik meşhur söylemi aklıma geldi.  “Acaba bu söylem doğru mudur? “diye sorgulamak istiyorum. Ancak iyimser olmanın daha akılcıl olduğunu düşünüyorum.   Biz, büyük devletler kurmuş ve önemli insanlar yetiştirmiş bir milletin torunlarıyız.   Olumsuz kesin yargı yerine kendimizi sorgulamamız daha uygun olur. Biz, sayısı az olsa da ayakları yere basan, pratiği gören ve yaşayan insanları yetiştirmeye devam edelim.   Bizim temel vizyonumuz bu olmalı.

 

HASAN TAHSİN EDEBALİ

Eskişehir Web Tasarım