Başyazılar İnsan Olmak - Mayıs 2008

Nasıl insan olunur?  Bir insan iç dünyasındaki sıkıntıyı ve samimiyeti nasıl dış dünyaya yansıtmalıdır?  Bir arkadaşım anlattıklarını size aktarıp sonunda yorum yapacağım.

Ben orta büyüklükte, ancak muhafazakâr değerleri yüksek bir Anadolu şehrinde doğdum.  İlk ve orta tahsilimi aynı şehirde tamamladım.  Babam, bir kamu kurumunda çalıştıktan sonra emekli oldu.  Emekliliği sonrasında biraz boş zamanını değerlendirmek ve biraz da aile bütçesine destek olmak amacıyla bir iş hanında tuhafiye üzerine küçük bir işyeri açtı.  Ben okuldan boş kalan zamanımda babama uğrar ve ona yardımcı olmaya çalışırdım.  Çoğu zamanda iş hanında yer alan benden çok büyük kişilerle konuşur, sohbet eder ve onlardan nasihat alırdım.  Bazen de yaşımdan beklenmeyecek ölçüde onlara nasihatler verirdim ve bu durum hoşgörü ile karşılanırdı. Biraz daha genç nesille de Anadolu’daki futbol üzerine konuşur ve tartışırdım.  

1970’li yılların ortalarıydı.   Biraz zeki ve çalışkan olmalıyım ki, hiç kimsenin ümit etmediği şekilde Ankara’da bir Üniversiteyi kazandım.  Mühendis olacaktım.   Okumaya başladım.   O yıllar, öğrenci olaylarının en sert olduğu dönemlerden biriydi.  Ayakta kalabilmek için koşuyor, yerine göre kaçıyor ve zaman zaman hiç küçümsenemeyecek kavgalar ediyordum.  Ancak boş kaldığım zamanlarda, özellikle bayramlarda, tatillerde ve boykot dönemlerinde şehrime dönüyor ve sık sık babamın işyerinin bulunduğu iş hanına uğruyor, o samimi ortamı yaşıyordum.   Özellikle yeni öğrendiğim konuları, Ankara’da kulaktan kulağa dolaşan söylentileri etkili bir şekilde anlatıyordum.  Onlarda beni dinliyor ve sevgilerini her haliyle belli ediyorlardı.  Onların beni, o durumda bir “bilge insan” gibi değerlendirdiklerini söyleyebilirim.  

Babamın dükkânının yanına genç biri taşınmıştı.   Babamla aynı işi yapıyorlardı.  Allah var ya biraz ters bir insandı, soğuktu. Bir gün babamın annemle yaptığı konuşmaya kulak misafiri olmuştum.   Babam anneme işlerinin biraz yavaşladığından dert yanıyordu.

Bir gün, komşumuzun babamla ağız dalaşı yaptığı gördüm.   Komşu, babamın işyerinin önüne kendi malzemelerini teşhir ediyor ve gelen müşterileri kendi dükkânına davet ediyordu. Babam da makul bir tarzda böyle yapmaması gerektiği komşuya anlatmaya çalışıyordu.   O gün, bu adama bir ders verilmesi gerektiğini düşündüm.   Babamı köye gönderdikten sonra, lisede okuyan kardeşimle birlikte babamızı üzen asi komşunun defterini dürecektik.  

Nitekim öyle de yaptık.   Komşumuz hastanelik oldu ve rapor aldı.  Biz de yaptığımız işin gurur ile ortalıkta dolaşmaya başladık! Çünkü kendimin haklı olduğunu düşünüyor ve bir yanlışı düzelttiğime inanıyordum.

Babamla üç gün sonra bir araya geldik.  Bizimle konuşmuyordu.  Birkaç gün sonra iş hanına gittim.  Ancak o iş hanında benimle can-ciğer dostluk sergileyen ve daha önce beni bir evlat gibi seven ağabeylerimiz de benimle konuşmuyorlardı, selam alıp vermiyorlar, gördüklerinde görmemezlikten geliyorlardı.  Aradan birkaç sömestri (8-9 ay) geçti.  Yine aynı manzara.  Ve beni bütünüyle bir yabancı gibi hissettiklerini düşündüm.  Bir gün birine takıldım ve zorla onunla konuşmaya çalıştım.  Bana “Yavrum, Üniversite sana ilim değil kavga öğretmiş.  İçinde uyuyan şeytanı uyandırmış” dedi.

Bu sözü, zamanla çok ciddi sorguladım.  Hep nasıl bir insan olmam gerektiğini, nasıl bir insan olarak algılanabileceğimi düşündüm. 

Bir daha o iş hanına gitmedim. Bir süre sonra da babam o işi bıraktı.  Bu olay, benim hayatımda bir dönüm noktasıdır.  İç dünyamı, bütün samimiyetimle dışarıya yansıtmaya özen gösterdim. Sevmediklerimden, istemediklerimden uzak kalmaya gayret ettim. Ama içimdeki sevinci yüzüme yansıtmayı ilke edindim.  Sen beni hep bu halimle bilirsin”

Gönül güzellini yüzüne yansıtmak, bir olgunluk göstergesidir ve büyük bir erdemdir. Bu prensip dâhilinde hareket eden çocuklarımız ve gençlerimiz, muhtemelen içinde yaşadığımız dünyaya zor intibak edeceklerdir, amma hayattan daha çok zevk alacaklar, mutlu olacaklar ve çevrelerine mutluluk saçacaklardır. 

Gençler!  İnsanımızı tanıyalım, insani değerleri öğrenelim ve iç dünyamızdaki samimiyeti çevremize aktaralım. Sevelim ve sevgiyle mutlu olmayı öğretelim.  İyi ve dürüst kişiliğin temel şartı budur.

Gelecek yazılarımda bürokrasiden, ticaret ortamından ve Üniversite çevresinden olumsuz kişilik örneklerini, bu satırlara taşıyacağım.  Hepinize, mutlu ve sevgi dolu bir yaz tatili dilerim.

Sağlıcakla kalın…

 

HASAN TAHSİN EDEBALİ

Eskişehir Web Tasarım